Monthly Archives: Kasım 2009

Biz Daha Yoksulunu Yapana Kadar En Yoksulu Bu “İki Dil Bir Bavul – Nefes: Vatan Sağolsun”

Başlığı açıklayayım. “İki Dil Bir Bavul”un geçtiği köy muhtemelen Türkiye’nin en yoksul köylerinden değil. En azından ara sıra kadraja giren bir miktar küçükbaş hayvan, bir miktar ekili alan ve bir dizi küçükbaşları daha, yani çocukları var. Şimdi hemen aklınıza gizli ırkçılık yaptığım gelmesin. Zaten bunu ben demiyorum. Çocukların karne alma sahnesini kısa bir ekin derme sahnesinden sonraya konumlandırarak yönetmen söylüyor. Tabi bunu ekin dermenin emeklerin karşılığını almak olmasıyla ilişkilendirebilirsiniz de. Ama her zaman daha muzip olana inanmak isterim.

“İki Dil Bir Bavul” sadece yoksulluğa dair bir film değil. “İki Dil Bir Bavul” yoksul bir film. Muhtemelen köyün kamerası ödünç alınmış ve görüntüler köyün montaj setinde kurgulanmış. Bu espri değil. Öğretmen yaz tatili için köyü terkederken ders yılı başında bavuluyla birlikte minibüsün üstünde getirdiği kamera köyde kalıyor. Bunun olası anlamları kabaca şöyle sıralanabilir (Ben bu olasılıklardan ilkine daha yakın duruyorum ama dördünün de doğru olmaması için bir neden yok.):

    1. Öylesine olanaksızlığı içselleştirmiş bir filmden söz ediyoruz ki kameramız bile bize ait değil.
    2. Öğretmen belki Türkçe’yi yerleştiremedi ama yine de çabalarıyla sınıfa bir şeyler kattı.
    3. Öğretmenin bir parçası köyde kaldı. Çabalarıyla sınıf ona bir şeyler kattı. Öğretmen dönüştü.
    4. Sosyal asimilasyon bir dereceye kadar da olsa başarılı oldu. Bir gözetleme-teftiş gereci olan dil birliği bir noktaya kadar sağlandı. Üstelik öğretmen ertesi ders yılı başında geri geleceğini de bildirdi.

Ve böylece söz konusu telkinin tekrarına erişeceği de vurgulanmış oldu. Hani Albert Einstein’a atfedilmiş bir söz vardır. Yaklaşık olarak, “Delilik aynı şeyi tekrar tekrar yapıp, farklı sonuçlar beklemektir.” gibi bir şeydir. “Nefes: Vatan Sağolsun”daki delilik tasviri de, “İki Dil Bir Bavul”daki toplumsal çatışma tasviri de benzer bir dinamiğe dayanıyor. “Nefes: Vatan Sağolsun”da binanın önündeki Atatürk büstünü ve binanın çatısını belki emre bağlılıkla, belki kişisel saplantıyla, belki de her ikisiyle tekrar tekrar kardan arındıran asker ya da askerler güdüleyeni ne olursa olsun bir delilik hali yaşamaktadır. Benzer şekilde “İki Dil Bir Bavul”da film boyunca öğrencilerine Türkçe konuşmayı telkin eden ve dayatan öğretmen de kendi saplantılarıyla güdüleniyor olmasa bile saplantılı. Çünkü ister iç, ister dış etkenlerle güdüleniyor olsun, her seferinde aynı şeyi yapıp farklı sonuç bekliyor. Ama nasıl ki Atatürk büstü de, birliğin binası da her seferinde tekrar karla kaplanacak, o çocuklar da yaz tatillerinde üniformalarından kurtulup, köyün yüzmeye en uygun köşesinde çimerken yine dillerini konuşacak. Üniformalarından soyunup dökünüp, resmi ideolojiden de yıkanacaklar.

“Nefes: Vatan Sağolsun”daki tüm delilik tasvirleri özünde tek bir deliliğin, komutanın deliliğinin tezahürleri. Komutan mecnun olmuş, dağlarda geziyor, askerlerini uykudan uyandırıp kafa ütülüyor, tutuklu ve yaralı teröristi sorgularken işkenceye başvuruyor ve cinayet teşebbüsünde bulunuyor, hepsinden de kötüsü (evet sonuncudan bile kötüsü) edebiyat yapıyor. Hem de kötü edebiyat yapıyor. Yönetmen de komutanın ve dağın zirvesinin üzerinden geçen time-lapse bulutlar eşliğinde bizi bu kötü edebiyata maruz bırakıyor. Zaten bu bulutlar filmdeki delilik imgelerinin en doğrudan ve belki bir miktar da kör göze parmak olanları. Filmin yumuşak karnı da bu delilik temasının yer yer çok basit imgeler, hatta çokça oyunculukla resmedilmesi. Bu bulut time-lapse’inin arka plan olarak komutan ve doktor arasındaki tartışmaların en hararetlisi tarafından komutanın edebiyat parçaladığı anlarla paylaşılmasının şöyle bir anlamı da olabilir. “Tüm bu karşılıklı retorik alışverişi de komutanın taşra festivali edebiyatçısı duyarlılığındaki mektupları kadar deli saçması”. Komutanın deliliğinin bir diğer belirtisi konuştuğu adamın, yani doktorun formsuzluğu. Yani bir yüzünün olmaması. Olmayan bir adamla konuşması zaten şizofreni belirtisi. İkinci olarak soyut bir adamla konuşması delilik temasının olası dini açılımlarını da destekliyor. Doktorun yüzünü filmin hiçbir anında görmüyoruz. Doktor komutanın kafasının içindeki bir ses. Yani komutanın doktorla diyalogu bir müminin duası kadar karşılıksız. Evet, burada karşılık var ama diyalog yok. Sürmekte olan çift taraflı monolog gibi bir şey. Komutan dağa çıkarak bir anlamda tanrısal bir varlığa ulaşmaya niyetleniyor. Zaten peygamberler de ilk vahiylerini ya da emirlerini dağdan indirir. Hem komutan ve doktor arasındaki time-lapse bulut eşliğinde süregiden tartışmanın bir diğer açıklaması da vicdani bir hesaplaşma. Komutan öne sürdüğü görüşlerin en azından bir kısmının resmi ideoloji olduğunun farkında. Zaten “Nefes: Vatan Sağolsun”daki komutanla “İki Dil Bir Bavul”daki öğretmeni buluşturan delilik halinin bir diğer karakteristiği de iletilen görüşlerin bildirimi üzerine kurulu olması. Aynı Tanrı’sından vahiy alan bir peygamber gibi bu iki filmin ana karakterleri de yüzü olmayan üstlerinin emirlerini tebalarına ileten birer aracıdan ötesi değil. Yani her iki film de ast üst ilişkisi düzleminde emir ve itaat merkezli bir saplantıyı dert ediniyor. Fakat “Nefes: Vatan Sağolsun” ara sıra oyunculuğa ve diyaloga yaslanıp güçten düşerken, “İki Dil Bir Bavul” daha analitik bir bakış gerektirmeyi ve anlatım ögelerine birden fazla anlam yüklemeyi biliyor.