Monthly Archives: Haziran 2014

Şimdi Bu Filmin Neresi Sıkıcı – Kış Uykusu

Hadi bir soruyla başlayalım. İsmail (Nejat İşler) o parayı neden yaktı? Öfkeli olduğu için mi? Hayır, öfkesini yitirmemek için. Aç sınıfın laneti, televizyonu olmayan İsmail’in tek eğlence, buzdolabı olmayan İsmail’in tek sürdürülebilir enerji kaynağı. İsmail öfke yiyor, polis yetiştiriyor.

Nuri Bilge Ceylan’ın filmi burjuvanın değişemeyeceği karamsarlığıyla çektiği yorumlarını yadırgayarak okuyorum. Filmin merkez üçlüsünün derdi başı ne yapıp edip kendiyle barışmak.  Aydın (Haluk Bilginer) bunu iknayla, Necla (Demet Akbağ) saldırarak, Nihal’de (Melisa Sözen) akıl çelerek yapmaya çalışıyor. Aydın’ın bu süreçteki silahı ekonomik gücü, Necla’nınki saptama yeteneği, Nihal’inkiyse yardımseverlik inisiyatifi. Bu okumayı desteklemek için Aydın’ın, yarı yarıya çirkeflikle derneğin faturalarına tecavüz edip onları sahiplendiği sahneye göz atmak gerek. Bu sahne, bu blogdaki Üç Maymun yazımda da değindiğim, Hacer (Hatice Aslan) kendi çantasındaki kendi telefonunu zar zor bulurken Eyüp’ün (Yavuz Bingöl) onu elini çantaya attığı gibi bulmasıyla çok akraba. Nihal, kullandığı maddi kaynaklara sahip olmadığı gibi o kayıtlara da sahip değil, onları Aydın’dan sakınamaz. Yoksul Hacer, yoksul Eyüp’e ne kadar tabiyse, varlıklı Nihal de varlıklı Aydın’a o kadar tabi.

Reformcu Nihal, okulların eksiğini tamamlamayı, eldeki eğitim sistemini elden geçirmeyi isterken köy enstitüleri romantiği, taze cumhuriyet özlemi çeken Aydın, kendisine mektup gönderen okurunun rica ettiği kurs binasını yaptırmayı savunuyor. Evet, Garip köyünde inşa edilmek istenen binanın köy enstitüsü modeli bir eğitim merkezi olarak planlandığı belli (Bu arada, yönetmenin köye bu adı kelimenin yoksulluk çağrışımından çok tuhaflık, eğretilik çağrışımları nedeniyle verdiğine inanıyorum. Çünkü bence İç Anadolu taassubu bana olduğu gibi Nuri Bilge Ceylan’a da kanaatkarlıktan çok yalıtıklık üstünden çalışan bir zahitliği çağrıştırıyor.) Bu sırada Necla da kendi laissez-passer’ci kuramını geliştirmekle meşgul. “Kötüyü ellemeyin, bırakınız yapsınlar.” diyor. Aydın, Nihal ve Necla, bunların üçü de hem burjuva, hem aydın stereotipleri ve üçü de birbirini aynı stereotipik aydın tanımlarıyla eleştiriyor.

Filmde parayı yakmaktan başka kolaycılıkla okunmaya aday bir diğer eylemse Aydın’ın atı azat edip tavşanı vurması. Aydın’ın tavşanı vurmasını atı serbest bırakırken samimi olmadığının altını çizme amaçlı olarak okumak acelecilik olurdu. Karısına ve ablasına İstanbul’a, yani bilindik bir hac merkezine yolculuk edeceğini, yani hacca çıkacağını duyuran Aydın, sonunda daha yalıtık bir sığınağa, arkadaşının inzivada, belki de halvette olduğunu düşündüğü, kendi evinden daha kalın bir kar örtüsünün altındaki dağ evine gidiyor. Ve yanlarından ayrıldığı karısı ve ablasına hayvanının bir parçasını serbest bırakıp öbür parçasını öldürmeden, hatta köpek leşini de dahil edersek bir diğer parçasının da halihazırda ölmüş olduğuna tanık olmadan dönmüyor. Ve ilk elde düşünülecek olanın aksine burada Aydın’ın kişiliğinin kurtulunması gereken parçası atken, tutunulması gereken tavşan. Serbest bırakılan at bir daha gelmeyecek. Ama avlanan tavşan haneye sokulmakla kalmayacak, mideye inecek. Varlığına tahammül edemediğinizi kovar, arzuladığınızı avlarsınız.

Yönetmenin derdi, eleştirilen sınıf olarak burjuva, küçük burjuva ve aydın tiplemesine tekamül ihtimal ve imkanı tanımamamızda. Ondan her iki anlamda sorumluluklarını, geçmişteki hatalarını ve gelecekteki ödevlerini benimsemesini beklememiz ama nihai tahlilde kendisine burun kıvıracak oluşumuzu içine sindirmesini istememiz. Yönetmen, “Tamam, marksizmin burjuva tanımı doğru, ama tekamül biraz da kendinle barışmakla mümkün değil mi?” diyor. Ve bence iyi diyor. Yani Kış Uykusu çoğunlukla okunduğu şekilde burjuva ya da Türk aydınının değil, ya da en azından onlardan çok burjuva ve aydın eleştirisinin eleştirisi.